29 Eylül 2015 Salı

KASABA’NIN MEYDANLARI…

   Şehirler meydanları ile ünlüdür. İnsanlar bu şehirlere gittiklerini bu 

meydanlarda çektikleri fotoğraflar ile belgelerler. Şehrin kimliğidir bu 

meydanlar. Hatta bazen şehrin de önünde ismi anılırlar. Herkes bir

şehri çok sever, onda kendini bulur. 




   Kimisinin yaprak şakırtısı, kiminin de çarşısı onu cezbeder. Şehir, 

zamanla kendisini yenilemez ise gözden düşer, kaybolur gider. 

Şehirlerin Kasabaların süsüdür meydanlar. Meydanı olmayan şehir, 

birlikte olmayı düşünmeyen topluluğu barındırır. İnsanlar sevinçlerini, 

üzüntülerini bu meydanlara toplanarak dile getirirler.


   Şimdi bir düşünün, Kasaba’nın meydanı neresidir acaba? Evinizden 

çıktığınızda Turgutlu’nun hangi meydanına gidersiniz. Ya da 

Kasaba’ya gittiğinizde hangi meydanda fotoğraf çektirerek o anınızı 

belgeleyebilirsiniz? Şimdi sizlere eski ve yenileriyle iki fotoğraf 

sunalım.  Ve ne hale getirmişiz var olan o küçük tarihi meydanımızı 

görelim.







28 Eylül 2015 Pazartesi

KAYBOLAN KASABA

   Kalmadı o eski sokaklar ve de o sokaklarda aşı boyalı evler. Kalmadı o evlerin penceresinde ki saksılar. Kalmadı bizim bahçeden komşu bahçeye uzanan çiçekli dallar, manolyalar. Hanımeli kokan sabahlar yok artık.
   Oysa bu sokaklarda başladık okula ve de bu sokaklarda tanıştık aşkla. Bu sokaklarda sek sek oynadık. Bu sokaklarda çember çevirdik. Büyüdük eskiyen sokaklarda kaldı dostluğumuz ve de anılarımız. 



   Hani nerede bizim evimiz? Nerede bahçemizde fingirdeyen ayvalar ve sarmaşıklar. O güzelim şarkılar.  Nerede bakkal Hüseyin Efendi, arabacı Şevket, kasap Nuri, terzi Cemal…

   Yok artık o sokaklarda selamlaşmalar ve de sıcak merhabalar. Ne sokaklarda ip atlayan çocuklar, ne macuncu ne de pamuk helvacılar. Yorgun, durgun ve mütebessim bir hattata dönmüş burada zaman.
   Korkuyorum, şu asırlık eski evleri de yıkacaklar diye. Korkuyorum, son kalan koca çınarları da kesecekler diye. Korkuyorum, gidecekler diye bir gün son komşularda. Birer birer ve sessizce... Ve mahzun ve dönmemek üzere…
 



   Onlar ki; Kasaba’nın, bir sokağının, bir mahallesinin, yaşanmış­lıklarının dilsiz tanıklarıdırlar.  Bir zamanların en ihtişamlı evleri ile seç­kin yaşamların sürüldüğü bu sokaklar ve de bu sokakların evleri; her dem sizi kapılarını açmaya hazırdırlar. 



      Kasaba’da yaşayanlar ya da Kasaba’dan uzakta olanlarınız, eski ayrıldığınız yere, doğduğunuz büyüdüğünüz sokaklara geri gelirseniz, tanıdık birine rastlamanın telaşı düşer içinize. Rastladığınız her yeni yüze uzun uzun bakarsınız, belki anılarda tanıdık birini bulurum diye. Ama boşuna… Ne siz tanırsınız birini, ne de onlar hatırlarlar sizi. Yalnızca, yıllara meydan okuyarak ayakta kalmış, ya da ayakta kalmaya çalışan yorgun evler karşılar sizi eski bir dost gibi… Birden gözünüz duman­lanır, yüreğinizin bam telleri sızlar.  Ve de anılarınız tazelenir.

20 Eylül 2015 Pazar

KASABA’NIN KAVUNLARI VE TAVŞANLAR


    Şimdi yaz mevsiminin son günleri. Ovanın düzünde söğüt dalları son şarkılarını söylemektedirler. Fingirdeyen ayvalar aşk ile sararmaktadır. Kırıtan incirler kırmızı dudaklarıyla öpücükler dağıtmaktadırlar. Şimdilerde leylekler göç hazırlığındadır ve de
Kasaba ovasında uzun kulaklı tavşanlar son kelekleri ve kavunları kemirmek için cirit atmaktadır ortalıkta. Turgutlu’nun o meşhur avcıları da onların peşindedir.
   Kemirilen ve yok edilen Kasaba’nın kavunları. Francola ekmek gibi uzun, pürüzsüz, hafif yeşil, boyuna çizgili, ince kabuklu, kokulu ve de çok tatlı bu kavunların peşinden her yaz mevsimi tavşanlar kadar Kasabalısı, yabancısı onun tadından tat almak için koşuşturup durmuştur. Biliyorum birileriniz çıkıp Kasaba’nın eski kavunları yok artık diyecektir.

  1960’lı yılların başında Turgutlu’da büyük arazileri olan İtalyan kökenli bir tüccar olan Baltazzi ailesi bu kavunların tadının farkına varınca onları toplatıp toplatıp vagonlarla İzmir’e taşıtmıştır. Yine ayni yıllarda başka bir yabancı tüccar bu kavunların tohumlarını kurutup bir zarfın içinde Amerika’da bulunan Kennewick şehrine göndermiştir. Başka bir teze göre ise 1878 yılında Kasaba’ya gelen bir seyyah, ikram edilen kavunun tadını beğenince onların çekirdeklerini toplatıp bir zarfa koyarak Amerika’ya gönderir. Hangisi doğrudur bilinmez. Bilinen Kasaba kavunlarının yok olduğudur.



   Kasaba kavunu ilgili bir öykü:
Paris’te büyükelçi olarak bulunan ünlü Ahmet Refik Paşa, diğer yabancı ülke elçilerinin de katıldığı resmi bir yemeğe davet edilir. Yemekten sonra tatlı olarak kavun sunulur. Kavunların yanına da bıçaklar ve çatallar konulur. Oysa onun ülkesinde kavun kaşıkla yenmektedir. Paşa, gelen çatal ve bıçağı bir kenara koyup, garsondan kaşık ister. Kaşık getirilir, fakat o sert Fransız kavunlarını kaşıkla yemek ne mümkün! Büyük elçimiz, çatal ve bıçak yerine, kavunu kaşıkla yemeye çalışmasına diğer zevatın alaycı bir gülümsemeyle baktığını görünce, kaşığı bırakıp çatal ve bıçakla birkaç parça yer. Bir süre sonra benzer bir yemeği bu sefer kendi elçiliğinde düzenler. Masada diğer ülke elçileri de vardır. Ancak bu defa masada sulu Turgutlu kavunları vardır. Yemek sonrası sulu kavunlar elçilerin önüne sürülür. Paşanın dışındaki konukların önüne çatal bıçak konmuştur. Kavunlar geldiğinde paşa kaşığını yumuşak ve sulu Kasaba kavununa daldırıp kolaylıkla yer. Büyük elçi diğer davetlilerin kavunları çatal ve bıçakla döke saça yemeye çalışmalarını izler ve kıs kıs güler. Konuklar daha fazla dayanamayıp Ahmet Refik Paşa’dan özür dileyerek kaşık isterler.  Nerede o eski Kasaba kavunları? 

16 Eylül 2015 Çarşamba

KASABA’NIN RENKLİ KİŞİLERİ

  Bir zamanlar Kasaba’nın sıcak yürekli renkli insanları vardı. Onların her sözleri ve her hareketleri Turgutlu’nun rengine daha da renk katar ortalık renk cümbüşüne dönerdi. Bunlardan birisi kimdi derseniz derim ki Fethi Albayrak’dı. O da kim derseniz? Derim ki Süleyman Çapra’nın lahana tarlasını sinemaya dönüştüren adam. Ve de derim ki hani o yaz gecelerinde üç film birden oynatan, film aralarında flit pompasıyla seyircilerin üzerine kolonya püskürten adam. Dahası gülümsemesi ile tanınan Sinemacı Fethi. Bizim kuşağa sinemayı sevdiren zatı muhterem.
  Fethi Albayrak’ın renkli dünyasında yalnızca sinemacılık yoktur. Oysa onun en büyük merakı defineciliktir. Definecilik yüzünden başına gelmedik de kalmamıştır. Bu merakı yüzünden karakollara düşmüş, mahkemelerde ifadeler vermiştir. Kazdığı ya da kazdırdığı yerlerde define bulmuşmudur bilinmez. Bilinen 1960’lı yıllarda her gün olmasa da ayda bir Turgutlu’nun ismini define nedeniyle gazetelere taşımasıdır. Kendisi define nedeniyle Kasaba’nın çok yerinin altını üstüne getirmiştir. Define bulma ümidiyle şehrin ana caddesini bile ikiye bölmüş geçişleri yasaklatmıştır. O, karpuz Kaldıran Parkı’na girişleri yasaklatmış ortasına koca bir çukur açtırtmıştır. Fethi Albayrak’ın sinemacılık kadar definecilik öyküleri de bir heybenin gözlerini dolduracak kadar çoktur. Bizim kuşağa renkli hayalleriyle renkli bir dünya yaşattığı için teşekkürler. Nurlar içinde yatın.