Kalmadı o eski sokaklar ve de o sokaklarda aşı boyalı
evler. Kalmadı o evlerin penceresinde ki saksılar. Kalmadı bizim bahçeden komşu
bahçeye uzanan çiçekli dallar, manolyalar. Hanımeli kokan sabahlar yok artık.
Oysa bu sokaklarda başladık okula ve de bu sokaklarda
tanıştık aşkla. Bu sokaklarda sek sek oynadık. Bu sokaklarda çember çevirdik. Büyüdük
eskiyen sokaklarda kaldı dostluğumuz ve de anılarımız.
Hani nerede bizim evimiz? Nerede bahçemizde fingirdeyen
ayvalar ve sarmaşıklar. O güzelim şarkılar. Nerede bakkal Hüseyin Efendi, arabacı Şevket, kasap
Nuri, terzi Cemal…
Yok artık o sokaklarda selamlaşmalar ve de sıcak merhabalar. Ne
sokaklarda ip atlayan çocuklar, ne macuncu ne de pamuk helvacılar. Yorgun,
durgun ve mütebessim bir hattata dönmüş burada zaman.
Korkuyorum, şu asırlık eski evleri de yıkacaklar diye. Korkuyorum,
son kalan koca çınarları da kesecekler diye. Korkuyorum, gidecekler diye bir
gün son komşularda. Birer birer ve sessizce... Ve mahzun ve dönmemek üzere…
Onlar ki; Kasaba’nın, bir sokağının, bir mahallesinin,
yaşanmışlıklarının dilsiz tanıklarıdırlar.
Bir zamanların en ihtişamlı evleri ile seçkin yaşamların sürüldüğü bu
sokaklar ve de bu sokakların evleri; her dem sizi kapılarını açmaya hazırdırlar.
Kasaba’da yaşayanlar ya da Kasaba’dan uzakta
olanlarınız, eski ayrıldığınız yere, doğduğunuz büyüdüğünüz sokaklara geri
gelirseniz, tanıdık birine rastlamanın telaşı düşer içinize. Rastladığınız her
yeni yüze uzun uzun bakarsınız, belki anılarda tanıdık birini bulurum diye. Ama
boşuna… Ne siz tanırsınız birini, ne de onlar hatırlarlar sizi. Yalnızca,
yıllara meydan okuyarak ayakta kalmış, ya da ayakta kalmaya çalışan yorgun
evler karşılar sizi eski bir dost gibi… Birden gözünüz dumanlanır, yüreğinizin
bam telleri sızlar. Ve de anılarınız
tazelenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder