28 Eylül 2015 Pazartesi

KAYBOLAN KASABA

   Kalmadı o eski sokaklar ve de o sokaklarda aşı boyalı evler. Kalmadı o evlerin penceresinde ki saksılar. Kalmadı bizim bahçeden komşu bahçeye uzanan çiçekli dallar, manolyalar. Hanımeli kokan sabahlar yok artık.
   Oysa bu sokaklarda başladık okula ve de bu sokaklarda tanıştık aşkla. Bu sokaklarda sek sek oynadık. Bu sokaklarda çember çevirdik. Büyüdük eskiyen sokaklarda kaldı dostluğumuz ve de anılarımız. 



   Hani nerede bizim evimiz? Nerede bahçemizde fingirdeyen ayvalar ve sarmaşıklar. O güzelim şarkılar.  Nerede bakkal Hüseyin Efendi, arabacı Şevket, kasap Nuri, terzi Cemal…

   Yok artık o sokaklarda selamlaşmalar ve de sıcak merhabalar. Ne sokaklarda ip atlayan çocuklar, ne macuncu ne de pamuk helvacılar. Yorgun, durgun ve mütebessim bir hattata dönmüş burada zaman.
   Korkuyorum, şu asırlık eski evleri de yıkacaklar diye. Korkuyorum, son kalan koca çınarları da kesecekler diye. Korkuyorum, gidecekler diye bir gün son komşularda. Birer birer ve sessizce... Ve mahzun ve dönmemek üzere…
 



   Onlar ki; Kasaba’nın, bir sokağının, bir mahallesinin, yaşanmış­lıklarının dilsiz tanıklarıdırlar.  Bir zamanların en ihtişamlı evleri ile seç­kin yaşamların sürüldüğü bu sokaklar ve de bu sokakların evleri; her dem sizi kapılarını açmaya hazırdırlar. 



      Kasaba’da yaşayanlar ya da Kasaba’dan uzakta olanlarınız, eski ayrıldığınız yere, doğduğunuz büyüdüğünüz sokaklara geri gelirseniz, tanıdık birine rastlamanın telaşı düşer içinize. Rastladığınız her yeni yüze uzun uzun bakarsınız, belki anılarda tanıdık birini bulurum diye. Ama boşuna… Ne siz tanırsınız birini, ne de onlar hatırlarlar sizi. Yalnızca, yıllara meydan okuyarak ayakta kalmış, ya da ayakta kalmaya çalışan yorgun evler karşılar sizi eski bir dost gibi… Birden gözünüz duman­lanır, yüreğinizin bam telleri sızlar.  Ve de anılarınız tazelenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder