8 Aralık 2015 Salı

BİR SOKAĞIN HİKÂYESİ (BALTACI MAHMUT YOLU)


     Kasaba özlemi… Bizim yaşta olanların çocukluk anısıdır Kasaba. Belki de basit bir çocukluk hastalığının ateşidir. Kim bilir belki de bu kentin bize sunulan masalımsı eski gizemli sokaklarıdır.
Bir zamanlar Kasaba’nın en renkli, en masalımsı ve de en cazibeli sakağı hangisiymiş derseniz? Derim ki “Baltacı Mahmut Yoluymuş”. Bu yol, bugünkü belediye binasının doğu yönünden aşağılara doğru uzanan sokaktır. Bakmayın siz onun bu günlerde mahzun ve hüzünlü duruşuna. Onun bu hali belki de eski anılarıyla baş başa kalışındandır.
     Bu sokağa bu isim, 1650’li yıllarda Turgutlu’nun sokaklarını su künkleriyle tanıştıran, yollarını çeşmelerle donatan Baltacı Mahmut Ağa’ya hürmeten verilir. 


                1930’lu yıllarda bu sokak öylesine şenlenir, öylesine hareketlenir ki şehrin odak noktası haline gelir. Kasabalılar ilk sesli sinema ile 1935 yılının Temmuz ayında bu sokak da tanışırlar. Bu sinema,  adını “Mafel” olarak bildiğimiz yerde eski Halkevi tarafından açılır. Açılan bu açık hava sineması, “Baltacı Mahmut Yolu” üzerinde bugünkü belediye ekmek fırınının karşısında bulunan geniş bahçede kurulur. Sinemanın o tarihlerde Kasaba’ya gelişi önemli olmalı ki bu olayı Anadolu Gazetesi sayfalarına taşır: “Turgutlu’ya ilk sesli sinema dün geldi. Geniş bahçesinde bugün ilk sesli sinemayı çalıştıracak olan Gençlik Yurdu, bu girişimiyle Kasaba’nın bir ihtiyacını karşıladığı gibi kendisine de bir kazanç sağlayacaktır”  
          Sokağın hikâyesi bundan sonra başlar. Sinemanın gelişi ile Baltacı Mahmut yolu birden şenlenir. Tellalların ilk bağırtıları bu yolda duyulur olur. Artık akşam sohbetleri Kozapazarı’ndan bu sokak da açılan bahçeye taşınmıştır. Elektrik trafosunun bu sokakta açılışı ile sokak da aydınlanır. 1937 yılında bu geniş bahçeye bir de radyo konulunca sokağın hareketliliği daha da artar. Bayram salıncakları bu yol üzeride kurulur olur (şimdi ki belediye binasının olduğu yerde). Cambazlar, bilumum göstericiler hünerlerini bu sakakta icra etmeğe başlarlar. Sebze halinin bu sokakta açılmasıyla yol adeta şehrin odak noktası haline gelir. 


     Artık şehrin ileri gelenleri, Kasaba’nın politikacıları iş çıkışlarında bu sokağa yönelirler. Memleket haberleri, Kasaba’nın konuları bu sokakta ya da bu sokağın gizemli bahçesinde görüşülür olur. Açık hava sineması şehirde oldukça rağbet görmüş olmalı ki daha sonraki yıllarda Bahri ve Sabri Gördüren kardeşler Kasaba’da yazlık sinemanın kışlığını açarlar. 




    Kasaba tarihinin yakın dönemine damgasına vuran ya da bu kentin keskin kokusunun sindiği o geniş bahçe ne yazık ki birileri tarafından yıkılıp yerine pasaj yapılır. Ve o sokak bu günlerde hüzünlü anılarıyla baş başa kalır.
     




6 Aralık 2015 Pazar

NALLARIN PARKE TAŞLARINDAKİ RİTMİK ŞARKISI (PAYTONLAR)

    Eski bir yazımızda “Kasaba’nın ortasında küçük bir meydan, onun orta yerinde ufak bir havuz, havuzun tepesinde “Fayton Pazarı” diye bir yazı yayınlamıştık. Eski paytonlara binenler, kırbaç yiyenler ve de gelin olup o deri koltuklara kurulanlar anılarına tazelediler, eski anılarını dile getirdiler.
    Yine bir akşamüstü Hayri, Bökü, İsmet Akbulut Payton Pazarındaki bu minyatür paytonu görünce “Hadi gidelim, paytonları birde eski paytonculardan dinleyelim” dediler.
    Aman Allah’ım eski paytoncuların anıları, avcılarınkinden daha dehşet daha bin beter.  Tanrı Zeus’un kanatlı arabasından başlayıp, sözü taa Kasaba’nın o meşhur eski atlarına getirdiler. Onlar anlattı biz dinledik:

    
    “Tmolos Dağı Tanrıların dağı olarak bilinir.. Güneş Tanrısı Zeus’un oğlu bir gün babasına ziyarete gider. Babası sorar? “Neden eldin?”  Oğlu, “azgın atların çektiği senin paytonunu binmek istiyorum” der. Bir ölümlüyü bu arabayı vermek demek ölümü davet etmek demektir. Oğul ısrar eder. Israr üzerine babası güneşin atlı arabasını oğluna verir. Oğlanın arabası şimşek gibi fırlar. Seyredenlerin bile ödleri kopar. Atlar olanca hızıyla yeryüzüne inmektedir. Her yer ateşe bürünmüş, ırmaklar buhar olmaktadır. Zeus, yıldırımı eline alıp atlara doğru fırlatır. Eski faytonculara göre, söylence bu ya, Zeus’un oğlu ve paytonu Gediz Nehri’nin kumlarına düşerler.”
    Kasaba’nın o meşhur paytoncuları ve onların atları Tanrı Zeus’un arabası ve atları kadar meşhur olmasalar da kendi dönemlerine göre oldukça namlıdılar. Onların her birinin ayrı ayrı namı ve lakabı vardır. Kimisi  “Mareşal” diye anılır. Ötekisi ise “Topal Süleyman” diye bilinir. Bir diğeri ise  “Burunsuz Mustafa” diye çağrılır.

     
    Pepe İbrahim’in, Hasan Paşalının, Şafak Âli’nin ve de Çakır’ın atlarının Kasaba’nın döşeli taşlara nal vuruşları üç sokak öteden duyulurdu. Bir de atların yelelerindeki çıngıraklar gizemli ses çıkarırsa meraklı bakışlar sarkardı efsunlu kaldırımlardan. Hey gidi küheylanlar hey. Ya da Kasaba deyimiyle “de gidinin paytonları de”.
Siyah deri körüklü tentesi, önü küçük arkası büyük dört tekeri ve zarif basamağı gözümün önünden gitmeyen imgelerdi. Hele lastik pompalı kornasını yanından geçerken sıkması, yüreğimizi ağzımıza getirirdi.
        Onlar, Payton Pazarı denilen küçük meydanın veya durağın sağında sıra olurlar,  Kasaba’nın her yerine yolcu beklerlerdi. Faytoncular Kasaba’ya gelip giden trenlerin saatini iyi bilirler siper olurlardı istasyonun önündeki küçük alanda. İstasyonun peronunda garın önüne kadar yolcunun valizini taşırlar sonra tik, tak, taka, tak, yola koyulurlardı. Albayrak Kemal, Deli Necip, Kör Ali ve Faytoncu Salih’in ve nicelerinin yılgın atları öyle fiyakalı süzülürlerdi ki onların arkasından habire koşup kırbaç şaklamasını duymak çocukluk ruhumuzda derin heyecanlar bırakırdı… 


     Kasaba’nın Faytonları… O günlerin ve paytonların manevi lezzeti, at nallarının parke taşlı yollardaki ritmik şarkısı, onları tıkırtısı ruhuma öylesine işlemiş ki, kimi zaman duyduğum eski bir müzik, bir nal tıkırtısı, beni alıp taa gerilere, çocukluk anılarıma götürür. Bir zamanlar Kasaba sokaklarında ve hatta ovalarında fayton sefası yaşanırdı.  Paytonlar, bizim çocukluğumuzun görkemli, sihirli araçlarıydılar.