2 Mayıs 2015 Cumartesi

TOPRAĞI TUĞLA VE KİREMİDE DÖNÜŞEN ŞEHİR TURGUTLU

 Bugünkü Turgutlu’nun sokaklarına yerleştirilen evlerine bakarak geçmişe uzanan Kasaba evlerini hayal etmek oldukça zordur. Oysa Kasaba’nın yeşil bir doku içinde saklı kalmış eski Turgutlu evleri, ressamlar için eşsiz bir fon, fotoğrafçılar için dayanılmaz bir obje olacak kadar cazibeli imiş.
 Asırlık çınarların ve meyve ağaçlarının dallarının gölgeleri arasına kondurulmuş alaturka kiremitli, ahşap pencereli kerpiç evler nice seyyahların dikkatini çekmiştir. 1671 tarihinde Kasaba’yı ziyaret eden Evliya Çelebi’de Kasaba’nın güzelliğine kendine kaptırmış olmalı ki “şehir, çınar, kavak, salkım söğüt ve meyve ağaçlarıyla donanmış olup Kasaba görünmemektedir.” diyecektir.
Kasaba’nın o eski tarihi evleri, kuruluş yıllarında “Çukur Bahçe” denilen yerden alınan topraklarla kerpiç yapılarak inşa edilir. 1659 yılına gelindiğinde Kasaba halkı artık pişmiş toprakla tanışır. Bu yıllarda kurulan ve Turgutlu’nun en büyük mahallesi olan Çömlekçi  (Çömlekçü) mahallesinden hareketle nahiyede tuğla, kiremit ve çömlek imalatının yapıldığı, bu iş yoğunluğu nedeniyle mahallenin Kasaba’nın dışına doğru kurulduğu düşünülebilir. Bu tarihten 6 yıl sonra Turgutlu’ya gelen ünlü gezgin Evliya Çelebi’de bu görüşü destekler şekilde şehir için şöyle diyecektir:
“Bazar yerinde yirmişer ameli taş sütunlar üzre kiremit örtülü Tahıl Pazarı bir vasi binadır. (…) 1.500 kiremit örtülü güzel konakları mevcuttur”
      1800'lü yılların yarısına doğru Kasaba'nın sokakları taş duvarlı binalarla tanışmaya başlar. Yunanistan ana karasından bu tarihlerde buraya iş bulmak için gelen Rum ailelerin konutlara ihtiyacı vardır. Onlarla beraber gelen bu işin erbabı Rum kökenli taş ustaları yaptıkları konutlarla şehrin sokaklarını yeni bir güzellik katarlar. Bu ustalar, taş ve tuğla karışımı yapılan camilere karşılık onlarda taş duvarlı kiliselerini, manastırlarını Turgutlu'nun nadide semtlerinde inşa ederler. Artık bir tarafta ezan sesleri diğer tarafta can sesleri duyulmaktadır.
     1878 yılına gelindiğinde Turgutlu’da sekiz adet tuğla ve kiremit fabrikası görülür. 1918 yılında bu fabrikaların sayısı dörde iner. Büyük yangında ne varsa yakılmıştır. Cumhuriyet sonrasında Almanların kurduğu Turgutlu’nun ilk tuğla kiremit fabrikası Kısmalı’da faaliyete geçer. Modern anlamda bir kooperatif şeklinde oluşturulan bu fabrika kısa süre sonra faaliyetini durdurur.  1940’lı yıllarda Zincirli Kuyu mevkiinde Hasan Kemalaki’nin harman tuğla tesisleri faaliyete geçer. 1950’li yıllara gelindiğinde yeni yeni tuğla kiremit fabrikaları boy göstermeğe başlar. Bunlar Leylek Fabrikası, Yıldırım Kiremit, Hilmi Pekcan’ın fabrikalarıdır. Kısmalı yöresindeki hammaddenin gittikçe azalması ve niteliğini kaybetmesi sonucu yeni hammadde arayışlarına girişilir. 1958’de Çakal azmağı keşfedilir.
     Nereden nereye! 1960’lı yıllarda tuğla ile tanışıp öğrencilerin harçlık paralarını çıkardığı anılarla dolu o tuğla fabrikaları.
Kaynakça:
- Mehmet Şeker, “Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre Turgutlu ve Sosyal Hayatı”, Turgutlu Sosyo-Ekonomik Tarihi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 4-5 Eylül 1995, s. 60- 70.
-  Mehmet Günay. Şer’iyye Sicillerine göre 17 Yüzyılda Turgutlu Kasabası (Makale). Celal Bayar Üniversitesi. Sosyal Bilimler Dergisi Ekim 2011, sayı 2.  
- Şenol Çelik, “1659/1660 (H.1070- 1071)Tarihli Avarız Defterine Göre XVII. Yüzyıl Ortalarında Turgutlu Kazası”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 16, İstanbul 2007, s. 33-66.
 - Mehmet Akif Ceylan. Manisa – Uşak Demir yolu ulaşımının yerleşme üzerine etkileri.  Marmara  Coğrafyası Derg. 21, OCAK - 2010, S. 1- 26.
-  Niyazi Dinçsoy. Turgutlu’nun Dramı.
- Saadet Tekin. Temettüat Defterlerine göre Turgutlu’nun sosyal ve ekonomik durumu (1844 – 1845)  







27 Nisan 2015 Pazartesi

FOTOĞRAFÇI AHMET HAMDİ

O, Kasabalıların tanıdığı ve bildiği kimsesiz bir kimseydi.  Hiçbirimiz ona kimse olamadık. O, Kasabayı resimleyen adamdı. İçine kapanık ve sessiz bir insan olarak Turgutlu’ya gelmiş Kasaba’nın o muhteşem fotoğraflarını çekip gitmiştir. O Kasaba’dan, eli kire değmemenin huzuruyla, kızıl bir bulut gibi geçip aramızdan şehrin sahnesinden ayrılmıştır.
 Fotoğrafçı Ahmet Hamdi’den söz ediyorum. O dışladığımız, kenarda bıraktığımız, oyunun dışına ittiğimiz Ahmet Hamdi’den. Kasaba’nın eski yıllarını fotoğraflayan, çektiği fotoğrafları kaynak göstermeden dergilerimize, sergilerimize ve de sitelerimize koyduğumuz Ahmet Hamdi’den söz ediyorum. O, bir ışık aşığı, bir gizem, bir fotoğraf sevdalısı ve Cumhuriyet sonrası Turgutlu’nun tek fotoğrafçısıdır.
Aslında hakkında pek az şey bilinen ama fotoğrafçılıkta gerçek bir yetenek olan ustalığı hala tartışılmayan bir insandır. Bilinmezden Kasaba’ya ulaşan, sahip olduğu sır perdesini ardında bırakıp yüzlerce film şeridini bizlere bırakan bir muammadır. Fotoğrafçı Ahmet Hamdi, fotoğrafçılığının yanında bir keman ustasıdır, bir bestekârdır. Ama hiç birimiz onun bu yönüyle ilgilenmedik. Hep endazenin topuzunu kaçırıp onunla ilgili hoş olmayan öyküler uydurduk.  
Oysa birçok ünlü müzik sanatçısı onun kapısını aşındırmıştır. Onlarda hoş olmayan gerçek dışı öykülerden çekinip kapısının tokmağını hep gece karanlığında tıklatmışlardır. Onlarda, onun geceye ikiye bölen keman namelerini dinleyip avuçlarına sıkıştırılan bestelerini alıp sessizce oradan ayrılmışlardır.   
   Aslında onun hayat hikâyesi öykülerle anlatılamayacak kadar çoktur. O, Kurtuluş Savaşı sonrasında kaçak bir göçmen olarak bu şehre gelir. Annesi, o dönem Atina’sının ünlü keman ustasıdır. Babası ise şehrin kayda değer fotoğrafçısı. Ailesini Atina’da bırakan Ahmet Hamdi, Turgutlu’ya gelir, yıllarca bu şehrin havasını solur, bütün acılarını içine gömüp,  kimsesiz bir kimse olarak yaşar ve Kasaba’yı bir dönem fotoğraflayıp kimsesiz bir kimse olarak Kasaba’dan ayrılıp gider.



 Meltem A. Berkmen arşivinden

Ahmet Hamdi'nin fotoğraflarından...

Ahmet Hamdi'nin fotoğraflarından...

Ahmet Hamdi'nin fotoğraflarından...

Ahmet Hamdi'nin fotoğraflarından...

Ahmet Hamdi'nin fotoğraflarından...

 Meltem A. Berkmen arşivinden


26 Nisan 2015 Pazar

KASABA’NIN YAZLIK SİNEMALARI

Bu yazının bir bölümünü daha önce yayınlamışım. Olsun… Bir daha okuyalım istedim.
      Turgutlu ile ilgili yaşamın bir başka kesiti, geçmişin bir anısı da yazlık sinemalardı. 1950’li ve 1960’lı hatta 1970’li yılların en büyük eğlencesidir Kasaba sinemaları. Turgutlu’nun o günkü yazlık sinemalarını bu gün anlatmak çok zordur. Daha çok 19 Mayıs’ın haftasında açılır, Ekim sonunda okullar başlamadan kapanırdı.
Sinemalar açılmadan birkaç hafta önce duvarlar boyanır, onarımı yapılır, sandalyeler tamir edilirdi. Sandalyeler genellikle maviye veya yeşile boyanırdı. O dönemlerin baş içeceği gazoz,  baş yiyeceği ayçiçeği (çiğdem), idi.
     Hava kararmaya başladığında bir görevli elinde hortum, sinemanın önünü toz çıkmasın diye sulardı. (Bunu özellikle Tarla sineması yapardı.) Sinemaların önünde kablolara asılmış onlarca ampul, yine sinemaların önünde afişlerin asıldığı kartelâlar olurdu. Bu kartelâların üzerinde afişler ve afişlerin üzerinde ‘Bu akşam, yarın akşam, gelecek program ve pek yakında’ yazıları olurdu. Afişlerin arasında, film karelerinden fotoğraflar bulunurdu. Sinemanın dışına ses yayın cihazı kurulur ve o yetişkin çağımızı alt üst eden ya da başka bir değişle bizleri mest eden şarkılar yerleştirilirdi.
    Sonra herkes yerini alır, ışıklar söner ve reklâmlar başlardı. Sinemalara akşamları ilk müşteriler geldiğinde içinde buz kırıkları ve gazozlar bulunan kovalarla satıcılar ortaya çıkar “Haydi soğuk gazoz.” çığırtıları kulaklarımızı delerdi. O sıcak yaz günlerine o Kasaba gazozlarını gel de içme! Belki orada yemek yenilmezdi, çay içilmezdi ama devre arası oldu mu o gazozdan mutlaka içilirdi. O çekirdek, cır cır böceklerinin bitip tükenmez ötüşleri gibi çıt çıt ha bire yenirdi.
     Turgutlu’da Şen, Zevk, Yıldız, Zafer, Venüs, Lale, Cengiz, Tarla, İkbal ve Yeni sinemaları vardı. Bunların hepsi yazlık sinemalardı. Birde Saray ve Venüs sinemaları vardı ki bu ikisi kışlık sinemalardı. Hapsi de “Orta Park’ın” etrafında kümelenmişlerdi. Bir an o bölgeyi düşledim. Kasaba’da da yaşmış bir insan olarak heyecanlandım. Orta Park ve çevresi o tarihlerin ya da şimdi ki beyaz saçlıların özlemli bir çevresiydi.  Ya da o sinemalar bizlerin ikinci evleri gibiydi. Hey gidi günler hey…