Eski bir yazımızda “Kasaba’nın ortasında küçük bir meydan, onun orta yerinde
ufak bir havuz, havuzun tepesinde “Fayton Pazarı” diye bir yazı yayınlamıştık.
Eski paytonlara binenler, kırbaç yiyenler ve de gelin olup o deri koltuklara
kurulanlar anılarına tazelediler, eski anılarını dile getirdiler.
Yine bir akşamüstü Hayri, Bökü, İsmet Akbulut
Payton Pazarındaki bu minyatür paytonu görünce “Hadi gidelim, paytonları birde
eski paytonculardan dinleyelim” dediler.
Aman
Allah’ım eski paytoncuların anıları, avcılarınkinden daha dehşet daha bin beter.
Tanrı Zeus’un kanatlı arabasından
başlayıp, sözü taa Kasaba’nın o meşhur eski atlarına getirdiler. Onlar anlattı
biz dinledik:
“Tmolos Dağı Tanrıların dağı olarak bilinir.. Güneş Tanrısı Zeus’un oğlu bir gün babasına ziyarete gider. Babası sorar? “Neden eldin?” Oğlu, “azgın atların çektiği senin paytonunu binmek istiyorum” der. Bir ölümlüyü bu arabayı vermek demek ölümü davet etmek demektir. Oğul ısrar eder. Israr üzerine babası güneşin atlı arabasını oğluna verir. Oğlanın arabası şimşek gibi fırlar. Seyredenlerin bile ödleri kopar. Atlar olanca hızıyla yeryüzüne inmektedir. Her yer ateşe bürünmüş, ırmaklar buhar olmaktadır. Zeus, yıldırımı eline alıp atlara doğru fırlatır. Eski faytonculara göre, söylence bu ya, Zeus’un oğlu ve paytonu Gediz Nehri’nin kumlarına düşerler.”
Kasaba’nın o meşhur paytoncuları ve onların atları Tanrı Zeus’un arabası ve atları kadar meşhur olmasalar da kendi dönemlerine göre oldukça namlıdılar. Onların her birinin ayrı ayrı namı ve lakabı vardır. Kimisi “Mareşal” diye anılır. Ötekisi ise “Topal Süleyman” diye bilinir. Bir diğeri ise “Burunsuz Mustafa” diye çağrılır.
Pepe İbrahim’in, Hasan Paşalının, Şafak Âli’nin ve de
Çakır’ın atlarının Kasaba’nın döşeli taşlara nal vuruşları üç sokak öteden
duyulurdu. Bir de atların yelelerindeki çıngıraklar gizemli ses çıkarırsa
meraklı bakışlar sarkardı efsunlu kaldırımlardan. Hey gidi küheylanlar hey. Ya
da Kasaba deyimiyle “de gidinin paytonları de”.
Siyah deri körüklü tentesi, önü küçük arkası büyük dört
tekeri ve zarif basamağı gözümün önünden gitmeyen imgelerdi. Hele lastik
pompalı kornasını yanından geçerken sıkması, yüreğimizi ağzımıza getirirdi.
Onlar, Payton Pazarı denilen
küçük meydanın veya durağın sağında sıra olurlar, Kasaba’nın her yerine yolcu beklerlerdi.
Faytoncular Kasaba’ya gelip giden trenlerin saatini iyi bilirler siper
olurlardı istasyonun önündeki küçük alanda. İstasyonun peronunda garın önüne
kadar yolcunun valizini taşırlar sonra tik, tak, taka, tak, yola koyulurlardı.
Albayrak Kemal, Deli Necip, Kör Ali ve Faytoncu Salih’in ve nicelerinin yılgın
atları öyle fiyakalı süzülürlerdi ki onların arkasından habire koşup kırbaç
şaklamasını duymak çocukluk ruhumuzda derin heyecanlar bırakırdı…
Kasaba’nın
Faytonları… O günlerin ve paytonların manevi lezzeti, at nallarının parke taşlı
yollardaki ritmik şarkısı, onları tıkırtısı ruhuma öylesine işlemiş ki, kimi
zaman duyduğum eski bir müzik, bir nal tıkırtısı, beni alıp taa gerilere,
çocukluk anılarıma götürür. Bir zamanlar Kasaba
sokaklarında ve hatta ovalarında fayton sefası yaşanırdı. Paytonlar, bizim çocukluğumuzun görkemli,
sihirli araçlarıydılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder